Cezaevindeki Sekizinci Yıl Dönümünde Osman Kavala'ya Destek Mesajları

1 Kasım 2017'den bu yana Silivri'deki Marmara Cezaevi'nde tutulan Osman Kavala, bugün cezaevindeki sekizinci yılını doldurdu. 2022'de "cebir ve şiddet kullanarak hükümeti ortadan kaldırmaya teşebbüs" suçunu işlediği iddiasıyla ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına mahkûm edilen Kavala'nın bunca yıldır temelsiz suçlamalarla özgürlüğünden mahrum bırakılması, Türkiye'de insan hakları ve hukukun üstünlüğü alanında yaşanan vahim durumun en çarpıcı örneklerinden biri olmayı sürdürüyor.

Sekiz yıldır süren bu hukuksuzluğun yıl dönümünde, Türkiye'den ve yurt dışından akademisyenler, siyasetçiler, gazeteciler ve sivil toplum temsilcileri adalet çağrılarını yineleyerek Osman Kavala ile dayanışma mesajlarını paylaştı.

Bu mesajları aşağıda alfabetik sırayla paylaşıyoruz.

 


Abdullah Gül                

Onbirinci Cumhurbaşkanı

"AİHM KARARININ YERİNE GETİRİLMESİ ONA YAPILAN HAKSIZLIĞI GİDERECEK"

Osman Kavala’yı AK Parti hükümetlerinin ilk dönemlerinde Dışişleri Bakanı iken tanıdım. Hükümetlerimizin Türkiye’nin köklü problemlerine çözüm bulmak için uyguladığı kararlı politikalarına, bazı (aşırı ulusalcı) çevrelerin şiddetli muhalefeti karşısında bize en güçlü desteği veren sivil toplum hareketlerinin içindeydi.

Öncelikle AB ile müzakerelere başlamak ve hukuk ve siyasi standartlarımızı yükseltmekle ilgili yasa değişiklikleri ve Kürt sorunu ile ilgili o zaman için cesaret isteyen politikalarımızı sivil toplum örgütleriyle paylaştığımız toplantılarda bizleri heyecanla desteklediğini hatırlıyorum.

Benim nazarımda Osman Kavala, nasıl birçok samimi muhafazakâr iş adamları gönüllü olarak bizim camiamızın vakıf ve dernek faaliyetlerini destekledilerse, o da kendi inandığı doğrultuda toplumsal ve kültürel çalışmaları destekleyen bir iş adamıydı.

AK Parti olarak 2004 yılında anayasanın 90. maddesinde yaptığımız değişiklikle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararlarının hukuk uygulamalarımızda göz ardı edilemeyeceğini dikkate alarak, Osman Kavala ile ilgili AİHM kararının yerine getirilmesi hem ona yapılan haksızlığı giderecek hem de Türkiye Cumhuriyeti’nin imajına katkı sağlayacaktır.

 


Prof. Adem Sözüer

İstanbul Bilgi Üniversitesi Hukuk Fakültesi, Ceza ve Ceza Muhakemesi Anabilim Dalı Başkanı

"ADALET AMACI GÜTMEYEN, GAYRİRESMÎ KURALLARI İLE KAYNAKLARI YAZILI OLMAYAN BU KAYIT DIŞI HUKUKUN FİİLİ YÜRÜRLÜĞÜNE SON VERİLMELİ..."

“Dışarıdan içeriye mektuplar”daki yazımda cezaevlerinde hukuken tutuklu ve hükümlüler kategorisi dışında kimse bulunamayacağını söylemiştim. Bu nedenle “Osman Kavala,Can Atalay” örneklerindeki gibi, haklarında Anayasa Mahkemesi veya AİHM kararlarının uygulanmadığı için dört duvar arasında kalmaya zorlanan kişileri hangi kategoriye sokacağız?” diye sormuştum. AYM/AİHM kararlarına rağmen kişileri cezaevinde tutmanın kişiyi hürriyetinden yoksun bırakma suçunu oluşturduğunu ve böylece “suç işlenerek cezaevinde tutulanlar” şeklinde üçüncü bir kategorinin meydana getirildiğini ifade etmiştim. (*)

Aradan bir buçuk yıl geçti ve Kavala’nın üçüncü kategori kapsamındaki mağduriyeti sekizinci yılını doldurdu. Üstelik AİHM’nin kararlarını dikkate almamak ve AYM’nin sadece bireysel başvuru değil norm denetimi sonucu verdiği kararları uygulamamak da “olağan bir uygulama” oldu.

Halbuki Demirtaş ve Kavala kararlarını uygulamamanın bir istisna olduğu zannedilirken, “siyaseten” yanlış bulunan AİHM ve AYM kararlarının göz ardı edilmesi adeta kural haline geldi. Ama pozitif hukuka yani yürürlükteki “olan”hukuka göre bu kararların bağlayıcı olduğu, tarafı olduğumuz sözleşme, Anayasa ve CMK’da açıkça öngörülmüş.

Hukuk devletlerinde yürürlükteki “olan hukuk” ve bunu iyileştirmek söz konusu olduğundan göz önünde tutulan “olması gereken hukuk” dışında üçüncü bir kategori yoktur. Ancak son gelişmelere bakıldığında tıpkı cezaevlerindeki üçüncü bir kategori gibi hukukta da üçüncü bir kategori ile karşı karşıyayız. Hayat tarzı veya siyasi rakip olmalarından dolayı ya da mizah, barışçıl protesto veya eleştiri hakkı kapsamındaki söz ve davranışları nedeniyle insanların gözaltılara, tutuklamalara ve cezalandırmalara maruz kalması gibi pek çok hukuk dışı uygulama, hukukta üçüncü bir kategoriye işaret ediyor.

Bu üçüncü kategorinin tüm antihukuk göstergelerinin Osman Kavala'ya yansıdığı aşikardır.

Sadece siyasi amaçlarla ve Anayasasızlaştırma (**) yöntemleriyle devletin yasama, yürütme ve yargı kuvvetlerine hâkim olan güç tarafından oluşturulan bir kategori bu. İktidarın belirlediği siyasi gereklilikler söz konusu olduğunda pozitif hukuku devre dışı bırakan bu üçüncü kategori kayıt dışı hukuk olarak adlandırılmalıdır. Adalet amacı gütmeyen, gayriresmî kuralları ile kaynakları yazılı olmayan bu kayıt dışı hukukun fiili yürürlüğüne son verilmelidir. Bunu sağlamanın ilk adımı ise başta “tüm siyasi aktörlerin”, AİHM/AYM kararlarının gereklerinin amasız ve derhal yerine getirilmesini ilk öncelik ve ortak payda olarak kabul etmeleridir. Osman Kavala’nın (elbette diğerlerinin de) cezaevinden ve üçüncü kategoriden çıkmasını istiyorsak, tüm siyasi süreçlerdeki işbirliğinin temel koşulu bu olmalıdır.

---

(*) https://www.birgun.net/haber/disaridan-iceriye-mektuplar-ucuncu-kategori-suc-islenerek-cezaevinde-tutulanlar-523202

(**) Kavram için bkz. Kemal Gözler, https://www.anayasa.gen.tr/anayasasizlastirma-v4.pdf

 


Agnès Callamard

Uluslararası Af Örgütü Genel Sekreteri

“BU DAYANILMAZ ADALETSİZLİK SON BULUNCAYA KADAR HEPİMİZE ÇOK İŞ DÜŞÜYOR…

Osman Kavala nihayet özgürlüğüne kavuştuğunda – ki umarım o gün çok yakın, ona yapılan adaletsizlik, Türkiye tarihinin bu döneminin en utanç verici örneklerinden biri olarak anılacaktır. Ömrünü çokkültürlülüğe, diyaloğa ve açıklığa adamış bir insan hakları savunucusu, sekiz yıl gibi çok uzun bir süredir toplumdan uzaklaştırılmış, kültür-sanata, daha iyi bir toplum inşasına katkı sağlamaktan alıkonulmuştur. Bir insanı, sadece toplumun geri kalanına mesaj vermek için özgürlüğünden yoksun bırakmak nasıl korkutucu bir karar, ne büyük bir haksızlıktır: “Cesaretiniz varsa aykırı davranın; hapse atılırsınız ve hiçbir şey, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de dahil hiç kimse sizi kurtaramaz.”

2022 yılında Uluslararası Af Örgütü, Osman Kavala’yı ve Gezi Davası’nda yargılanan diğer yedi kişiyi, bu haksız davadaki mahkumiyetlerinin ardından düşünce mahkûmu ilan ettiğinde, “Bu insanların cezaevinde geçirdiği her gün, adalet kavramına ve insan haklarına, Türkiye devletinin korumayı taahhüt ettiği ancak defalarca ve pervasızca ihlal ettiği ilkelere karşı yapılmış bir hakarettir” demiştim.  O zamandan bu yana 1.233 gün daha geçti. Osman Kavala Ekim ayında 68 yaşına girdi. Bizler, Osman Kavala’nın ve diğer düşünce mahkûmlarının özgürlüğüne kavuşması talebimizden geri adım atmadık. O ve diğerlerinin özgürlüklerine kavuştuğunu, maruz kaldıkları bu dayanılmaz adaletsizliğin son bulduğunu görünceye dek hepimize çok iş düşüyor. Osman Kavala unutulmuş bir mahkûm değildir; henüz fiziksel olarak aramızda olmasa da, çok yakında olacağına dair inancımız ve kararlılığımız tamdır.

 


Ahmet İnsel

Akademisyen

“AVRUPA KONSEYİ KURUMLARI İKİ YILDAN BERİ RİYAKÂR BİÇİMDE DAVRANIYORLAR”

Osman Kavala’nın sekiz yıldan beri maruz kaldığı, iktidardaki gücün şahsi kini ve öfkesinin ürünü olan ağır cezalandırma, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde otokrasi rejiminin anayasada yapılan şaibeli bir tadilatla resmen kuruluşunun ilk icraatlarından biridir. Tek elde, tek bir kertede, bir sarayda bütünüyle toplanan gücün yargıyı tamamen keyfî gerekçelere dayanarak kullanmasının bariz bir örneğidir. Savcı tarafından ifadesi bile alınmadan polis sorgu tutanağıyla verdirilen tutuklama emrinin, beraat kararını izleyen tahliyeyi engellemek için birkaç saat içinde icat edilen duyulmadık yeni suçların, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin defaatle verdiği haksız tutuklama kararlarının “milli yargı”nın üstünlüğü gerekçesiyle dikkate alınmadığı bir örnek vaka oluşturuyor Osman Kavala’nın durumu. Bu örneğin açtığı yolu güdümlü ceza yargısı daha sonra birçok kez kullandı.

Sadece Türkiye açısından değil, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne taraf olan bütün devletler için de bir turnusol kağıdı işlevi görüyor Osman Kavala’nın özgürlüğünün yıllardır elinden alınması. Hiçbir somut delile dayanmadan verilen ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasının Sözleşme’nin açık hükmüne rağmen fütursuz biçimde uygulanmaya devam etmesi karşısında, Avrupa Konseyi kurumları, başta Bakanlar Komitesi olmak üzere, her toplantıda ellerini oğuşturup, utangaç biçimde “elimizden geleni yapıyoruz” diyerek, bir şey yapar gibi davranmaya iki yıldan beri riyakâr biçimde devam ediyorlar. AİHM kararının uygulanmamasının yarattığı ağır insan hakkı ihlalinin devam etmesi karşısında Sözleşme’nin öngördüğü yaptırım adımlarının en hafifini bile atmaktan imtina ediyorlar. Kendi Anayasa Mahkemesi’nin kararını benzer başka davalarda uygulamayı bile reddeden bir “milli ve yerli yargı” zihniyetinin, görüşmeler devam ediyor bahanesini her defasında ileri sürüp, ipe un sermesini, demokrasinin olmazsa olmaz ilkeleri olan hukukun üstünlüğünün, yargı bağımsızlığının çiğnenmesini başlarını öte yana çevirerek izlemekle yetiniyorlar.        

 


Ahmet Taşgetiren

Köşe Yazarı

“TÜRKİYE İNSANLARIN ADALET UMUDUNU ‘MAHŞER’E SAKLADIĞI BİR ÜLKE HALİNE GELİYOR”

Osman Kavala. Türkiye’de son yüzyılda sıklıkla devreye giren “siyasal yargı”nın örnekleri çok görülen sembol kurbanlarından biri haline geldi. 

Birilerinin onu “içerde tutma” iradesi, milli ya da uluslararası tüm yargı süreçlerini anlamsız kılabiliyor. Bu da “Adalet er geç gerçekleşir” tarzındaki genel kabulü, ya da yargı alanına giren insanın hayatta iken “Adalet ümidi”ni ortadan kaldırıyor. 

Türkiye’de yargı sistemi o kadar çok ömür boyu hapis uygulamasına gidiyor ki, her gün daha çok insanın adalet ümidini “Mahşer”e sakladığı bir ülke haline geliyor. 

Bir ömür boyu hapis kararına siyasetin ve daha kötüsü kinlerin kaynaklık etmesi ise yargıdaki insani boyutu berhava ediyor. 

Kavala davasına baktığımda ülkemin yaşadığı adalet sınavı adına kaygılanıyorum. “Siyaseten taktığımız adamı evire çevire mahkûm ederiz, hem de ömür boyu hapisle…” gibi bir yargı anlayışını ülkede yaşayan her birey için ürkütücü bir alan olarak görüyorum. Buna layık değiliz. “Kavala için adalet” ülkenin en acil sorunudur. Tabii “Herkes için adalet” demek istiyorum. 

 


Prof. Ali Alpar                     

Bilim Akademisi Kurucu Başkanı

“EVET, OSMAN KAVALA MANTIĞA VE KANITLARA GÖRE, VİCDANIYLA DAVRANDI…”

Siyasî ve ahlâkî tavırlarımızın doğru ve tutarlı olması için yalandan, büyük yalanları sık sık tekrarlayan propagandadan, ‘alternatif gerçeklik’ten etkilenmemek, olayları kanıtlara bakarak, ve mantığımızı kullanarak değerlendirmek, bu anlamda titiz ve dürüst davranmaktan vazgeçmemek gerekir.(*)

Osman Kavala işte bunu yaptı.

***

Osman Kavala başlarda AKP’nin demokratikleşme görünümlü hamlelerini desteklemiş, “Avrupa’nın etkili liberal çevreleriyle temas kurmasında yardımcı olmuştu.”(**)

Sonrasında gelişen olayları kanıtlarıyla değerlendirerek kendi bağımsız konumunu belirledi.  Gülen hareketi-AKP işbirliğinde 2008 Ergenekon, 2010 Balyoz davalarında belgelerin, iddiaların sahteliği ortaya döküldükçe hükümeti ve mahkemeleri net olarak eleştirdi. 2009 yılında Gülen komplocuları Türkân Saylan’ın evini bastıklarında, Osman Kavala ve eşi Ayşe Buğra, Saylan’ı desteklemek için evine gidenler arasındaydılar.(***)

2010 Anayasa oylamasında bazı kanaat önderleri açık kanıtı, oylanacak Anayasa taslağını görmezden gelip, ‘yetmez ama evet’ sloganıyla yargıya siyasi vesayet yolunu desteklerken,

Kavala Anayasa değişikliğine karşı çıktı, Anayasa referandumunu boykot etti.

Osman Kavala her zaman Türkiye Cumhuriyeti’nde eşit haklardan, barışçı çözümlerden yana, şiddete karşıydı. 

Evet Osman Kavala mantığa ve kanıtlara göre, vicdanıyla davrandı.

‘Dindar’ ve kindar bir hüküm giydi.

Bu hükmü verenler hukuk ve mantıkla açıklamaya gerek görmüyorlar.

Ve Osman Kavala hapiste dokuzuncu yılına giriyor.

---

(*) Ali Alpar, “Ahlâk, Mantık, ve  Demokrasinin Savunulması”, T24, 11.11.2024

(**) Murat Yetkin, “Meraklısı için Ortadoğu Kitabı” s.412-413.

(***) Bu bilgi için Sedat Ergin’e teşekkür ederim.

 


Anthony Barnett

openDemocracy Kurucusu

“ULUSLARARASI CAMİADA TÜRKİYE İLE İLİŞKİLİ HERKES KAVALA’NIN ÖZGÜRLÜĞÜNÜ TALEP ETMELİ”

Osman Kavala’nın bitmek bilmeyen hapis süreci, vahim bir güç istismarıdır ve Türkiye’nin itibarında silinmesi zor bir leke bırakmaktadır. Kavala’nın masum olduğunu herkes biliyor. Dolayısıyla varılabilecek tek sonuç, Kavala’nın siyasal saiklerle cezaevinde tutulduğudur.

Peki neden? Barışa ve demokrasiye hayatını adamış; hakikat, adalet ve hakkaniyet için yorulmadan çalışmış; azınlıkların haklarını savunmada önemli roller üstlenmiş; onların topluma tam ve meşru katılımları için çaba göstermiş; malvarlığını uyum içinde yaşayan bir toplumun temelini oluşturacak dürüst ve hakiki bir tarih anlayışını desteklemeye vakfetmiş bir insan… Tüm bu değerlere sahip biri nasıl olur da “cebir ve şiddet kullanarak hükümeti ortadan kaldırmaya teşebbüs” gibi akıl dışı bir suçlamayla yargılanır, dahası mahkûm edilir?

Bu soruların yanıtını, Kavala’nın daha büyük, daha iyi, daha kapsayıcı bir Türkiye’yi temsil etmesinde bulmamak; Kavala’nın hiçbir meşru gerekçe olmaksızın cezaevinde tutulduğuna kanaat getirmemek güç. Tam da bu nedenle Kavala derhal serbest bırakılmalıdır. Ve uluslararası camiada Türkiye ile ilişkileri olan herkes, Osman Kavala’nın özgürlüğünü talep etmelidir. Aksi takdirde, Kavala’nın maruz bırakıldığı bu izahı olmayan adaletsizliğin sorumluluğunu paylaşmış olacaklardır.

 


Prof. Aysel Çelikel         

Eski Adalet Bakanı                      

“MARUZ KALDIĞI DURUM, VİCDANLARI UNUTULMAZ VE ONARILAMAZ BİR ŞEKİLDE RENCİDE EDİYOR…”

Çağdaş demokrasinin temeli yargıdır, özellikle yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığıdır. Hak ve özgürlükler konusundaki uluslararası taahhütlerin devleti bağladığı bir ülkede Anayasa çerçevesinde yapılan eylemler demokratik toplumun hakkıdır.

Hal böyle iken insan haklarını amacına uygun olarak toplum kültürüne mal etmek için çaba gösteren Sayın Osman Kavala’nın sekiz yıldan beri insan onurunun temeli olan hak ve özgürlüklerinden mahrum bırakılmasının hesabı verilmelidir.

Osman Kavala insan onurunun kutsallığına inanmış, yurtsever, toplumun yüz akı olan bir insan hakları savunucusudur. Onun maruz kaldığı bu durum vicdanları unutulmaz ve onarılamaz bir şekilde rencide etmektedir.

Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin anayasal taahhütlerini yerine getirmeyen Türkiye’ye karşı ihlal prosedürünü başlattığı halde, herhangi bir yaptırımda bulunmamasının mantıklı bir nedeni olmalıdır.

Kuruluşunun 100. yılını kutlamış olan demokratik bir devleti ve demokrat bir toplumu kaybetmemek gibi bir yaklaşımın bu tutumun gerisinde rol oynadığı düşünüyorum.

Osman Kavala mütevazı, insan sevgisiyle dolu ve insanlara yardım etmeyi hayatının amacı haline getirmiş olan bir şahsiyettir. Kendisine yeniden yargılama olanağının tanınması Türkiye açısından artık daha fazla ertelenemeyecek bir zorunluluktur.

 


Cemil Çiçek                

Eski TBMM Başkanı ve Eski Adalet Bakanı        

“‘ÖCALAN’LA İLGİLİ AİHM KARARI UYGULANMASI EN ZOR KARARDI, ONU DAHİ UYGULADIK’ DEMİŞTİM. AYNI FİKRİ TAŞIYORUM.”

Gerek Adalet Bakanlığım gerek sekiz yıla yakın süren Hükümet Sözcülüğüm ve daha sonra TBMM Başkanlığı görevlerim boyunca bu ve benzeri konularda muhtelif açıklamalar yaptım. Özellikle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararlarının uygulanması gerekliliği hususunda yaptığım bir açıklama hemen aklıma geliyor. (*)

Bu açıklamamda Abdullah Öcalan’la ilgili AİHM kararı uygulanması en zor karar olduğu hâlde, bu kararın bile uygulandığını belirtmiştim. Bugüne baktığımızda, o açıklamalarıma nazaran yeni bir durum yok. Konu aynı, uygulanacak kurallar aynı, kararı veren mahkemeler aynı… Dolayısıyla yeni bir şey söylemeye gerek yok. Geçmişte ne söylediysem aynı fikirleri taşıyorum.

---

(*) Cemil Çiçek, değindiği açıklamasını, 2021 sonbaharında Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin Türkiye’ye, AİHM’nin Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş ile ilgili kararları uygulanarak bu iki ismin serbest bırakılması yönünde çağrıda bulunması üzerine çıkan tartışmalar sırasında gazeteci Fikret Bila’ya yapmıştı.

 


Prof. Cevat Çapan      

Akademisyen, Şair           

“ONUN VARLIĞI DAHA İNSANCA BİR DÜNYA İÇİN ESİN KAYNAĞIDIR”

Seksenli yıllardan beri tanıdığım Osman Kavala yalnız insan haklarının değil, tüm insan değerlerinin de kararlı bir savunucusudur. Dostluğu ile onur duyduğum bu saygın insan her zaman haksızlığa karşı, doğruluktan, iyilikten ve güzellikten yana var gücüyle çalışmış, birlikte yaşadığı insanlara eşsiz bir örnek olmuştur. Onun varlığının, hepimiz için daha insanca bir dünya yaratmanın esin kaynağı olacağına inanıyorum.

 


Emre Kongar

Köşe Yazarı

“KAVALA OLAYI, BU İKTİDARIN ADALETSİZLİKLERİNİN, HUKUKSUZLUKLARININ BAŞLANGIÇ DÖNEMİNİN BİR SİMGESİ”

Osman Kavala bugünlerde, seçilmiş belediye başkanlarına, CHP’ye ve medyaya karşı yapılan haksızlık ve hukuksuzlukların yine güncel haberlerin başına oturması ile gündeme yerleşen adaletsizliklerin simge kurbanlarından biridir:

Ne yazık ki, benim “İkinci Silivri Trajedisi” diye adlandırdığım dönemde bu tür haksızlık ve hukuksuzluklarla simgeleşen olayların ve kişilerin sayısı Ekrem İmamoğlu ve Merdan Yanardağ olayları ile son günlerde iyice arttı.

Osman Kavala olayı, bu sürecin başlangıç aşamasında yer alan bir simgedir!

***

Osman Kavala, kısaca “darbecilik” başlığı altında özetlenebilecek son derece ciddi ama ikna edici kanıtları olmayan suçlamalarla tutuklanmış, hapse atılmış ve ağırlaştırılmış müebbet hapisle cezalandırılmıştır.

Pek çok Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına rağmen sekiz yılı aşkın süredir hapistedir.

Hakkında beraat kararı verilmiş olmasına rağmen, yeni iddialarla tutuklu yargılanması devam ettirilmiştir.

Sonunda, 25 Nisan 2022 tarihinde İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi Kavala’yı “hükûmeti ortadan kaldırmaya teşebbüs”ten ağırlaştırılmış müebbet hapis ile cezalandırmış ve cezası 28 Eylül 2023’te Yargıtay tarafından onaylanmıştır.

Oysa mahkûm edildiği Gezi Parkı Direnişi bütünüyle ülkenin tümüne mal olmuş, hiçbir kişinin ya da örgütün liderlik etmediği, edemediği ve edemeyeceği, son derece yaygın biçimde gerçekleşmiş bir toplumsal olaydır.

Kavala olayı, bu iktidarın adaletsizliklerinin, haksızlık ve hukuksuzluklarının başlangıç döneminin ve bugünlerde de devam etmesinin bir simgesi haline gelmiştir.

 


Ertuğrul Günay

Eski Kültür ve Turizm Bakanı

“BAŞKA İNSANLARIN İYİLİĞİ İÇİN DAHA YAPACAĞI ÇOK İŞ VAR…”

“Osman Kavala’ya Özgürlük” girişiminin, dostlarına yazdığı mektubun son cümlesi Osman’ın yaşamının özeti gibi: “Osman Kavala’nın başka insanların iyiliği için daha yapacağı çok iş var.”

Gerçekten de Osman Kavala yaşamının büyük bölümünü, bilgisini, imkânlarını başkalarının iyiliği için seferber etti. İnanç, köken, sınıf, servet, dil, din ayrımı gözetmeden, herkesin iyiliği için uğraştı; sorunların barış, hoşgörü ve diyalog içinde çözümlenebileceğine inandı, bu ortamı oluşturmaya çalıştı.

Bu niteliklerini bilenler, dostları, arkadaşları tutukluluğunun sürüp giden yıldönümlerinde artık çaresizlik çığlıklarına dönüşen duygularımızı yazıp çiziyoruz. Derde deva olmuyor.

Belki bu kez farklı bir şey yapmalı; haksızlığa karşı çığlığımızı uluslararası boyutlara taşıyacak bir girişimle yükseltmeliyiz.

Yaşamını, ayrım gözetmeden bütün insanların iyiliğine vakfeden Osman Kavala’yı Nobel Barış Ödülü’ne aday gösterelim.

Son on yılda yaşanan bütün hukuksuzluklara karşı ve bütün mağduriyetlerin simgesi olarak…

Kim bilir, bütün bu kargaşa ve karanlığın sonunda, belki çok uzak olmayan bir tarihte, “başka insanların iyiliği için” üstleneceği başka görevlere de adayımız olur.

Sabrı ve onurlu direnciyle ona çok da yakışır.

 


Federico Borello

İnsan Hakları İzleme Örgütü (Geçici) Direktörü

“KAVALA’NIN DURUMU ÜLKEDEKİ İNSAN HAKLARI VE DEMOKRASİ KRİZİNİN NE KADAR DERİNLEŞTİĞİNİN SOMUT GÖSTERGESİ”

Demokrasi kültürünü, insan haklarını, adaleti ve çoğulculuğu güçlendirmeye kendini adamış bir insanın, bunun bedeli olarak sekiz yıldır cezaevinde tutulması. Bahsedilen kişi Osman Kavala: bugün Türkiye’nin en tanınmış mahkûm insan hakları savunucusu. Onun utanç verici yargılanması ve mahkûmiyeti ile Erdoğan hükümetinin Kavala’nın serbest bırakılmasını ve müebbet cezasının bozulmasını öngören bağlayıcı AİHM kararlarına açıkça meydan okuması, ülkedeki insan hakları ve demokrasi krizinin ne kadar derinleştiğinin en somut göstergelerinden biri. Osman Kavala’nın haklarını, temsil ettiği değerleri ve yürüttüğü çalışmaları savunmaktan vazgeçmeyeceğiz.

 


Hasan Cemal

Gazeteci

“KAVALA’NIN DURUMU ÜLKEDEKİ İNSAN HAKLARI VE DEMOKRASİ KRİZİNİN NE KADAR DERİNLEŞTİĞİNİN SOMUT GÖSTERGESİ”

Sevgili Osman, nasılsın kardeşim? 

Yıllar ne çabuk geçip gidiyor. 

Gözaltı haberin bana 18 Ekim 2017 gece yarısı ulaşmıştı. Ben de oturup T24’e hemen bir yazı yazmıştım.

Polis seni Atatürk Havalimanı’nda Gaziantep uçağından gözaltına almış…

Gece yarısından sonra teyide muhtaç başka haberler de ulaştı:

Bir haftalık gözaltı süresi…

Başka isimlerin de bulunduğu bir liste...

15 Temmuz...

Anayasal düzeni zorla değiştirmeye teşebbüs...      

Senin yerin hep demokrasi, hukuk ve özgürlük saflarındaydı.

***

Sevgili Osman;

Yoksa seni de darbeci mi ilan edecekler?

‘Teröristlik’ten mi yargılayacaklar?

İnşallah bunlar söylentidir. Kısa zamanda özgürlüğüne kavuşursun.

Sevgili kardeşim;

O kadar çok arkadaşımız hapiste ki.

O kadar çok arkadaşımız, “casusluk”tan, “darbecilik”ten, “teröristlik”ten yargılanıyor ki.

Sen de biliyorsun.

Bütün bu ortak arkadaşlarımız bugüne kadar hep özgürlükleri savundular.

Demokrasinin, hukukun yanında durdular. İnsan hakları savunuculuğu yaptılar.

Eleştirel düşünce bayrağını yüksekte tuttular.

Gerçeğin bir değil bin yüzlü olduğunu haykırdılar.

İnsanların kendi kimliklerine, kendi dillerine, kendi inançlarına sahip çıkmalarının yollarını açmak için yazarak, çizerek, konuşarak mücadele verdiler.

Toplumun renklerinin kaybolmasına karşı çıktılar.

Tek tip insan imal edebileceğini sanan kışla düzeni rejimlere dur dediler.

Kısacası: Demokrasi, hukuk, özgürlük ve insan hakları bayrağını her zaman yüksek tuttular.

***

Sevgili Osman;

Lafı yine uzattım. Malum olanları tekrarlıyorum. En kısa zamanda serbest bırakılmanı ve aramıza kavuşmanı bekliyorum.

Canını sıkma kardeşim;

Yalnız değilsin;

Yanındayız!

Türkiye’deki hukuk, özgürlük, insan hakları mücadelemiz hep birlikte devam edecek.

 


Prof. İbrahim Kaboğlu

İstanbul Barosu Başkanı

Osman Kavala, 1 Kasım 2017 tarihinde tutuklandı.

Aradan geçen sekiz yılın ardından hâlâ özgürlüğünden mahrum. Bu süre, yalnızca bir insanın yaşamından haksız yere çalınan yıllara değil; aynı zamanda hukukun üstünlüğünün, adalet duygusunun ve toplumsal vicdanın ağır yara aldığı bir sürece karşılık gelmektedir.

İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi (İHAM), 10 Aralık 2019 tarihli kararında, Osman Kavala’nın tutukluluğunun siyasi saiklerle gerçekleştirildiğini, makul şüpheye dayanmadığını ve bu nedenle İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin 5. ve 18. maddelerinin ihlal edildiğini açıkça tespit etmiştir.

Mahkeme, Türkiye’nin Kavala’yı derhal serbest bırakması gerektiğini hükme bağlamıştır.

Ne var ki bu karar, aradan geçen beş yıla rağmen uygulanmamış; Kavala, farklı dosyalar üzerinden yargılanarak nihayetinde ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırılmıştır.

Bu durum yalnızca bireysel bir haksızlık değil; aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti’nin, İHAS’ın 46. maddesi uyarınca AİHM kararlarına uyma yükümlülüğünün ihlali anlamına gelmektedir. Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin bu nedenle Türkiye hakkında ihlâl prosedürü başlatmış olması, sorunun ciddiyetini bir kez daha ortaya koymaktadır.

Anayasamızın 19. maddesi, herkesin kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkını; 90. maddesi ise uluslararası insan hakları sözleşmelerinin iç hukukta bağlayıcılığını açıkça düzenlemektedir. Dolayısıyla İHAM kararlarının uygulanmama ısrarı yalnızca uluslararası yükümlülüklerimizin değil, aynı zamanda anayasal düzenin ve hukukun üstünlüğü ilkesinin de ihlalidir.

Osman Kavala’nın uzun süredir devam eden hapisliği, hukuk devleti normuna, adil yargılanma hakkına ve suçsuz sayılma hakkına gölge düşürmektedir.

Yargının bağımsızlığını zedeleyen her uygulama, toplumun adalete olan inancını giderek zayıflatmaktadır.

Hiçbir hukuk devleti, hiçbir demokratik sistem, vicdana sığmayan ve hukuki dayanağı olmayan böylesi yargı kararlarıyla varlığını sürdüremez.

İHAM kararlarının gecikmeksizin uygulanması, Osman Kavala’nın serbest bırakılması ve Anayasa’ya saygının sağlanması, hukukun üstünlüğüne, insan onuruna ve ortak vicdana saygının bir gereğidir.

 


Prof. Ioanna Kuçuradi                             

“KAVALA’NIN YAŞADIKLARI BENİ HUKUK ÖĞRETİMİ HAKKINDA DÜŞÜNDÜRDÜ…”                                                         

Osman Bey’le Ayşe Buğra’nın eşi olarak tanıştık. Üniversite yıllarımda İstanbul Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümünde görevli olan annesi Jale Hanım’ın odasında karşılaşırdık sevgili Ayşe ile…

Osman Bey’le tanıştığımızda, gördüğüm eylemleriyle, kendisinin “etik değer koruma”ya, bu mümkün olmuyorsa “en az değer harcama”ya, yani etik değerde en az kayba yol açacak şekilde hareket etmeye çalışan bir insan olduğunu düşündüm.  

Her ne kadar her birimiz her yaptığını, çeşitli şekillerde oluşan karakteriyle yapıyorsa da, Osman Kavala’nın yaşadıkları beni hukuk öğretimi hakkında da düşündürdü.

Osman Bey’in durumunda, çok kullanılan “hukukun üstünlüğü” ifadesini de belirli bir durumda -etik değer koruyan ya da bu mümkün değilse etik değerde mümkün olan en az kaybı hedefleyen hukuk- şeklinde anlamanın ve hukuk eğitimi/öğretimini buna göre yapmanın daha isabetli olacağını düşündüm.

Osman Bey’i yeniden aramızda görmeyi bekleyerek.

  


Jale Parla

Akademisyen

“GÖĞSÜME OTURAN KOCA TAŞ YERİNDEN HİÇ OYNAMADI”

Sevgili Osman,

O Nisan günü göğsüme oturan koca taş yerinden hiç oynamadı. Her gün, her saat ve saniye o orada durdu, ben de seni özledim. Bu, seni tanıyan, seven herkesin ortak duygusu. Bir de seni tanımadıkları halde artık çok iyi öğrendikleri haksızlık ve adaletsizliğe isyan edenler var. Ve biz seni tanıyanlar biliyoruz ki sen en çok da onlar için direniyorsun.

 


Prof. Judith Herrin

Akademisyen

“UZUN VE ZORLU BİR FELAKET KARŞISINDA GÖSTERDİĞİN SARSILMAZ CESARETİ HAYRANLIKLA SELAMLIYORUM”

Sevgili Osman, merhaba!

Yaklaşan bir yıl dönümü olduğunu derin bir hüzünle fark ettim – doğum günün değil, zira o Ekim’deydi; tutuklanmanın yıl dönümü. Sekiz yıl içinde gittikçe Türkiye’nin dünya çapında kınanmasına yol açacak olan bu temelsiz ve hukuksuz özgürlüğünden mahrum edilmenin yarattığı ilk şaşkınlığı hatırlamak sarsıcı. Böylesine uzun ve zorlu bir felaket karşısında gösterdiğin sarsılmaz cesareti selamlıyor, bunun için hayranlığımı ifade etmek istiyorum ve bu cesaretini her anlamda desteklemek niyetiyle yazıyorum.

Ne mutlu ki paylaştığımız birçok güzel anımız var: mavi yolculuklar, İstanbul’daki buluşmalar ve partiler, özellikle Smirni’nin eski fotoğraflarından oluşan o muhteşem serginizi ziyaretimiz, uzun yıllar önce Noel zamanındaki Oxford seyahatimiz… Ve elbette, bugün kendini dışlanmış hisseden kişilerin Türkiye toplumuna katılımı için en yaratıcı ve cömert biçimde hayata geçirdiğin bütün o çalışmaların…. Hepsinin çok derin etkileri oldu; her biri için teşekkür ederim.

Seni sımsıkı kucaklıyorum, sevgilerimle,

Judith Herrin

 


Prof. Köksal Bayraktar

Avukat, Akademisyen            

OSMAN KAVALA ÖZGÜRLÜĞÜNE KAVUŞMALIDIR

“Osman Kavala’ya Özgürlük” bir gereklilik ve zorunluluktur. Çünkü, “Osman Kavala - Gezi” davasında hukukun pek çok ilkesine aykırı davranılmış ve bu durum yıllarca sürmüştür. Delillerin yetersizliği, cezanın şahsiliğinin ve suçta, cezada kanunilik ilkelerinin ihlali, davanın alabildiğine genişletilmesi ve başka davalarla birleştirilmesi, yargılamanın genişletilmesi ve yayılması, tanıkların yeterince dinlenmemesi gibi… Ayrıca, karar veren mahkeme başkanlarından biri hakkında soruşturma yapılması, bir üye hakimin geçmiş seçimde iktidardaki siyasal partinin milletvekili adayı olması, yargı organının tarafsız ve bağımsız olmaması, Bölge Adliye Mahkemesi’nde ve Yargıtay’da, duruşmanın yapılmaması da diğer hukuka aykırılıklardır.

Öte yandan, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Birinci Dairesi’nin ve Mahkeme Büyük Kurulu’nun kararlarının hiç önemsenmemesi ve bunlara uyulmaması aykırılıkların ne kadar ağır olduğunu göstermektedir. Büyük Kurul kararını yerine getirmekle görevli Bakanlar Komitesi’nin kararlarına uyulmaması, saygı duyulmaması hukukun ihlal edildiğini ortaya koymaktadır. Bu kararların siyasal sebeplerle verilmesi ve sivil toplumu susturma amacını taşıması hukuka aykırılığı daha da ağırlaştırmaktadır.

Tüm bu olumsuz özellikler, ilkelere aykırılıklar “Osman Kavala” kararının mutlaka ve mutlaka yeniden gözden geçirilmesini ve halen devam etmekte olan haksızlığın sona erdirilmesini zorunlu kılmaktadır.

Gezi olaylarında cebir ve şiddetin bulunmayışı, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’ni ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmayı engellemeye yönelik bir kalkışmanın olmayışı, verilen karar ile kanun hükmünün tamamen çatıştığını da ortaya koyabilmektedir.

Cebir ve şiddete hiç karışmamasına rağmen “ağırlaştırılmış müebbet hapis” ile bir aydının cezalandırılması, içinde yaşadığımız yüzyılın, özgürlük, eşitlik, demokrasi ve hukuk devleti ilkelerine tamamen aykırı bir nitelik taşımaktadır. 

 


Mary Lawlor

Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Savunucularının Durumu Özel Raportörü

“OSMAN KAVALA DERHAL SERBEST BIRAKILMALI VE SANAT, KÜLTÜREL ÇEŞİTLİLİK VE İNSAN HAKLARINA YÖNELİK ÇALIŞMALARINA DEVAM ETMELİ”

Bir insan hakları savunucusu olarak Osman Kavala, benim de aralarında bulunduğum Birleşmiş Milletler özel raportörleri tarafından Türkiye hükümetine gönderilen pek çok mektubun konusu oldu. İlk olarak 2017 yılında tutuklanmasının ardından yazılan bu mektuplarda, Kavala’nın tutuklanmasının Türkiye’deki azınlıklarla ilgili kültürel faaliyetleriyle bağlantılı olabileceğine dair ciddi endişeler dile getirildi. Kavala, Ermenistan ve Yunanistan’ın da aralarında bulunduğu komşu ülkelerle Türkiye arasında diyalog kurulması çağrısında bulunuyordu. Bundan daha barışçıl bir amaç düşünülemezken; bir filantrop, kâr amacı gütmeyen bir kültür merkezinin kurucusu ve Türkiye’nin önde gelen sivil toplum kuruluşlarında görev alan bir isim olarak Kavala’nın tutuklanması daha da hayret vericiydi.

İki yıllık tutukluluk ve altı duruşma sonucunda beraat ettikten hemen sonra yeniden tutuklandığında ve ardından 2022’de “cebir ve şiddet kullanarak hükümeti ortadan kaldırmaya teşebbüs” suçlamasıyla ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırıldığında endişelerimizi tekrar ifade ettik. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Kavala’nın tutukluluğunun keyfi olduğuna ve davasının yalnızca temel haklarını kullanmasına ilişkin olduğuna iki kez hükmetti ve serbest bırakılmasını talep etti. Türkiye, Avrupa Konseyi üyesidir ve bu kararlar bağlayıcıdır. Osman Kavala bu yıl 68 yaşına girdi ve tamamen barışçıl insan hakları savunuculuğu faaliyetlerine rağmen sekiz yılı aşkın süredir cezaevinde. Cezaevindeyken Avrupa Konseyi’nin Václav Havel İnsan Hakları Ödülü’ne layık görüldü. Osman Kavala derhal serbest bırakılmalı ve sanat, sosyal araştırma, kültürel çeşitlilik ve temel insan haklarını desteklemeye yönelik çalışmalarına devam etmesine izin verilmelidir.

 


Murat Karayalçın

Eski Dış İşleri Bakanı

“KAVALA’NIN YAŞADIKLARI TÜRKİYE’NİN ULUSAL VİCDANI VE ULUSLARARASI SAYGINLIĞI KONUSU HALİNE GELDİ”

Osman Kavala’nın sekiz yıldır haksız yere yaşadıkları nedeniyle, bir yurttaş olarak, kendimi ona karşı mahcup hissediyorum. Ayrıca AİHM’in Kavala kararının uygulanmaması nedeniyle, bu kez de eski bir Dışişleri Bakanı olarak, kendimi yapmam gereken bir şey var da yapmıyormuşum gibi bir duyguyla, hem mahcup hem de sanki suçluymuşum gibi hissetmekteyim.

Aslında sorun, benim ve benim gibi düşünen bireylerin sorunu olmaktan çıkmış, Türkiye’nin ulusal vicdanı ve uluslararası saygınlığı konusu haline gelmiştir. Buna artık son vermeliyiz. Adalet temeline dayalı olarak kurulduğunu bildiğimiz Cumhuriyetimizin 102. yılında, sevgili Osman Kavala’ya, sekiz yıl önce elinden alınan özgür yaşam hakkını, saygıyla ve özür dileyerek, teslim etmeliyiz.

 


Mustafa Yeneroğlu

TBMM Milletvekili

“ADALET YERİNİ BULDUĞUNDA YALNIZ BİR KİŞİYİ DEĞİL, HEPİMİZİ İYİLEŞTİRİR; KAVALA ÖZGÜR OLDUĞUNDA, BİZ DE BİR NEBZE OLSUN İYİLEŞMİŞ OLACAĞIZ”

Osman Kavala, hayatını sivil toplumun güçlenmesine, barış kültürü ve ortak iyilik fikrine adayan bir entelektüeldir. 1 Kasım günü, işlemediği bir suçun yüküyle, tek kişilik hücresinde geçirdiği sekizinci yılını geride bırakmış olacak. Osman Kavala’nın, yaşadığı hukuksuzluklara ve aradan geçen yıllara rağmen, sakin ve nezaket dolu halini her daim koruması ve hücresinde de inandığı değerlere hizmeti sürdürmesi, insanda büyük bir hayranlık uyandırıyor. Dışarıda yükselen gürültünün aksine içeride kurduğu dinginlik ve her şeye rağmen kimseye kin gütmeden yaşananları anlama çabası, elbette bir kabul ediş değil; kimseyi hedef almadan, öfkeye teslim olmadan, yalnızca vicdanı kaybetmeye izin vermeden sürdürülen saygın ve onurlu bir direniştir. 

Onun cezaevinde tutulması, Türkiye’nin uluslararası hukuka, kendi anayasal iddialarına ve en yüce değer olan insan onuruna bağlılığının nasıl yok sayıldığını gösteren bir hukuk ve adalet krizinin sembolüne dönüşmüştür. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi 2019’da tutukluluğunun “siyasi saiklerle, sivil toplumu susturmak amacıyla” sürdürüldüğüne hükmetmiş olmasına rağmen; AİHM kararı uygulanmamış, Anayasa Mahkemesi başvuruları yıllardır bekletilmiştir. Sonuçta yaşanan; bir insanın hayatından geri getirilemez yılların, umutların koparılıp alınmasıdır. Bu toprakların bugün ihtiyaç duyduğu, isimlerden bağımsız biçimde, herkesin hakkının hukukun iktidar gücünün keyfiyetine göre değil, ilkelere göre işlediği bir düzenin bir an evvel tesisidir. Bunun yolu da açık ve bellidir: AİHM’in açık tespitlerini uygulamak, Anayasa’dan ve uluslararası hukuktan kaynaklanan yükümlülükleri yerine getirmek, adil yargılanma hakkını tesis ederek keyfî tutuklamalara son vermek ve hukukun üstünlüğünü kağıt üstünde değil fiilen işletmektir. Dileğimiz, Osman Kavala’nın bir an evvel özgürlüğüne kavuşmasıdır. Adalet yerini bulduğunda yalnız bir kişiyi değil, hepimizi iyileştirir; Osman Kavala özgür olduğunda, biz de bir nebze olsun iyileşmiş olacağız.

 


Nacho Sánchez Amor

Avrupa Parlamentosu Türkiye Daimi Raportörü

“BU YAPILAN ZULÜM, FİKİR AYRILIĞINA CESARET EDENLERİN BAŞINA NELER GELEBİLECEĞİNİ GÖSTERMEK İÇİN…”

Osman Kavala, hukuksuz bir şekilde cezaevinde geçirdiği sekiz yılı geride bıraktı. Kendisinden, eşinden, ailesinden ve dostlarından acımasızca çalınan tam sekiz yıl.

Kavala bugün 68 yaşında ve hakkındaki suçlamaların temelsizliğine, tamamen keyfi kararlarla yürütülen yargı sürecine, AİHM’in hakkında verdiği iki emsal karara ve Türkiye Anayasası’na rağmen Silivri’deki bednam cezaevinde ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını çekiyor.

Bu zulüm neden? İyi bir insana karşı bu takıntı neden? İbret-i alem olsun diye. Fikir ayrılığına cesaret edenlerin başına neler gelebileceğini göstermek için.

Osman Kavala, Türkiye’deki demokratik gerilemenin ve ülkede hukukun üstünlüğünün bugün geldiği noktanın simgesi haline geldi. Tek bir kişinin ülkeyi otoriter bir yola sürükleme tercihinin acı sonuçlarını bizzat yaşıyor.

AB Türkiye raportörü olarak, Osman Kavala’yı unutmadığımızı ve asla unutmayacağımızı bir kez daha vurgulamak isterim. Adaletin tecelli edilmesi ve Kavala’nın serbest bırakılması yönündeki çağrılarımız devam edecek.

Bu mesajı, Kavala’nın serbest bırakılması gerektiğine hükmeden Mahkeme’nin çok yakınından, Strasbourg’dan yazıyorum. Osman Kavala’ya ve bu ağır yıllar boyunca dirayetini koruyan güçlü bir kadın olan eşi Ayşe Buğra’ya en içten destek ve dayanışma mesajımı iletmek istiyorum.

Her ikinizin de yanındayız ve umuyoruz ki çok yakında özgürlükte kavuşacaksınız. Çünkü Osman Kavala çok daha iyisini hak ediyor. Çünkü Türkiye halkı çok daha iyisini hak ediyor.

 


Nesrin Nas

Siyasetçi

“UZUN UZUN BİR İNSANIN HAYATINDAN SEKİZ YIL ÇALINMASININ KORKUNÇLUĞUNU DÜŞÜNDÜM…”

Sevgili Osman,

“Osman Kavala’ya Özgürlük Kampanyası” kapsamında tutukluluğunun sekizinci yılı vesilesiyle dostlarından bir mektup istedikleri mesajı gelince bir insanın hayatından sekiz yılın çalınmasının korkunçluğunu uzun uzun düşündüm. 

Gözaltına alındığın haberini televizyondan öğrendiğimde kulaklarıma inanamamış, mutlaka bir yanlışlık oldu diye düşünmüştüm. Ama öyle olmadı. Maalesef tutuklandın. 

Senin tutuklanman ve birçoğunu Silivri’de izlediğim yargılanma sürecin Türkiye’nin değişeceğinin ve giderek bir demokrasi, bir hukuk devleti olma vasfını yitireceğinin ön habercisi oldu. Hele tahliye ve beraat kararı verildiği gün, daha cezaevi kampüsünden çıkmadan casusluk gibi bir başka suçtan yeniden tutuklanman artık bir başka Türkiye’de yaşadığımızın kanıtıydı.

Yine de AYM ve AİHM kararlarının fark yaratacağını ve bu korkunç adaletsizliğe son vereceğini düşündüm. Ama Türkiye aynı olaylardan farklı suç iddiaları üreterek, AİHM’in açıkça sözleşmenin hükümlerini kötü niyetli davranış olarak tespit ettiği gibi seni sekiz yıldır özgürlüğünden mahrum bırakmaya devam etti. Tutuklandığın günden bugüne o kadar çok tutuklama, hak ihlali, hak kaybı yaşandı ki…artık sığınacak bir anayasamız var mı…emin değilim.

Bugün çok sayıda seçilmiş belediye başkanı tutuklu. Onlar da sana komşu geldiler. Şimdi İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’na da tıpkı sana yaptıkları gibi casusluk dahil yeni suçlar isnat ediyorlar. 

Bu arada adına barış demedikleri, “Terörsüz Türkiye Süreci” dedikleri yeni bir süreç başladı. Özgür olsaydın eminim bu sürecin kalıcı bir barışa evrilmesi için elini değil bedenini taşın altına koyardın. Bu kez bu süreci tıpkı bir öncekinde olduğu gibi, güvenlik politikalarının yeniden biçimlendirilmesi ve muhalefetin tasfiyesine indirgeyerek tasarlamadıklarını ummak istiyorum ama bir endişe de içimi kemiriyor.

Bizim halimizi sorarsan, sana Gallup’un son araştırmasıyla cevap vereyim. Gallup’a göre Türkiye gülmeyi ve öğrenmeyi unutan bir ülke.  Ahalinin yüzde 57’si stresli, yüzde 42’si endişeli, yüzde 30’u öfkeli, yüzde 31’i de üzgünmüş.144 ülke arasında sonuncuyuz anlayacağın…

Murat Sevinç son yazısında “yoğurtsuz, tereyağsız ve tavuk etiyle İskender kebap olur mu?  Olur ama…” demiş. Durumumuz öyle anlayacağın. A’dan Z’ye sorunlar altında eziliyoruz. Yani yoğurtsuz, tereyağsız, tavuk etiyle İskender kebap yapıp önümüze koyuyorlar.

Bu mektubu okuduğunda eminim, “öyle değil Nesrin, bizlere düşen bu ülkede umudu büyütmektir” diyeceksin. 

Evet yapmamız gereken tam da bu. Belki o zaman korkularımızı, endişelerimizi değil, hayallerimizi konuşur, hep beraber yeni başlangıçlara yelken açarız.

Özgür günlerde buluşmak üzere…

Sevgilerimle,

Nesrin Nas

 


Orhan Pamuk

Yazar

“ZULME SEYİRCİ KALMAK HEPİMİZİ ESİR GİBİ HİSSETTİRİYOR”

Osman Kavala içeri alınalı sekiz yıl olmuş! Onun uğradığı sınırsız haksızlık ve zulüm ve buna seyirci kalmak bize yalnız Kavala’nın değil hepimizin de onun gibi esir olduğunu hissettiriyor.

 


Rıza Türmen

Eski AİHM Yargıcı

“BU GERİ DÖNMEYECEK YILLARIN HESABINI KİM VERECEK?”

Osman Kavala davası: Bilinenler ve bilinmeyenler     

Sekiz yıldır Osman Kavala davasıyla yaşıyoruz. Osman’a yapılan büyük haksızlık, hukuksuzluk, vicdansızlık, Kavala davasını bizim yaşantımızın da parçası haline getirdi. Sekiz yılda çok şey öğrendik. Hukuk nasıl siyasallaştırılır, yargının siyasal iktidarın talimatıyla hareket etmesi nasıl sağlanır, AİHM kararları nasıl uygulanmaz, insanlar siyasal iktidar istedi diye hukuka aykırı olarak yıllarca nasıl cezaevinde tutulur, hukuk devleti nasıl rafa kaldırılır, kişiyi kamuoyunda kötülemek için nasıl bir algı operasyonu yürütülür, bunların hepsini öğrendik. Her şeyi biliyoruz.

Ama bilmediklerimiz de var. İktidar çevrelerinin Osman’a karşı duydukları nefretin, öfkenin nedenini bilmiyoruz, anlamıyoruz. Bu sadece Gezi’ye karşı duyulan kin ve nefretten ve Osman’ın Gezi’nin simgesi olarak görülmesinden mi kaynaklanıyor, yoksa bunun ötesinde Osman’a bakınca kendi eksikliklerini gördüklerinden mi, bunu bilmiyoruz.

Bu büyük haksızlığa karşı toplum neden sessiz kaldı, hukuk devletinin çöküşünü seyretti? Büyük bir toplumsal tepki olsaydı, bugün İmamoğlu ve belediye başkanlarının cezaevine konulması engellenebilir miydi? Bunu da bilmiyoruz.

Anayasa Mahkemesi Osman’ın iki başvurusunu neden incelemiyor? Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi neden AİHM kararlarının uygulanmasını sağlamak için elindeki olanakları kullanmıyor? Bilmiyoruz.

Bunca haksızlığa, hukuksuzluğa karşın Osman nasıl kendisi olarak kalabiliyor, kimse hakkında en ufak kötü bir şey söylemiyor, acısını, öfkesini dışarı vurmuyor? Bunu da bilmiyoruz.

Ama asıl şunu sormak gerekir: Osman Kavala neden hiçbir suçu olmadan sekiz yıldır cezaevinde? Bu geri dönmeyecek yılların hesabını kim verecek? Bunu da bilmiyoruz.

 


Taha Akyol

Gazeteci, Yazar, Hukukçu

“ADALET VE HÜRRİYET OLMAK ÜZERE İNANDIĞI DEĞERLER ONU HÜCRESİNDE CANLI TUTUYOR”

Osman Kavala, gözaltına alındığı günden bu yana tam sekiz yıldır tutuklu ve hükümlü. Verilen ceza ağırlaştırılmış müebbet hapis olduğu için en ağır hükümlülük rejimine tâbi bulunuyor, hücrede tutuluyor.

Açıkça haksız mahkûmiyet…

AYM Başkanı Zühtü Arsan, 55 paragraftan oluşan karşı oy yazısında, Kavala’nın tutukluğunu gerektirecek hiçbir ‘kuvvetli şüphe sebebi’nin bile bulunmadığını yazdı. (Başvuru No. 2020/13893)

Tutuklama sebebi bile olmadığı halde ve dosyaya yeni bir delil de konulmadan, müebbet ağır hapse mahkûm edildi.

Son olarak AYM, aynı davanın hükümlüsü Tayfun Kahraman’ın mahkûmiyetine yeterli delil olmadığını tespit ederek yeniden yargılanması gerektiğine karar verdi.

Kavala dosyasından hiçbir farkı yok. (B.No:  2023/98215)

AİHM Büyük Dairesi de suçun maddi unsuru olan “cebir ve şiddet”le Kavala’nın ilişkisi olmadığını belirterek ‘adil yargılanma hakkının ihlal’ edildiğine karar vermişti. (Application no. 28749/18)

Ben de 12 Eylül’de suçsuz yere 14 ay hapis kaldım. Beraat etmiştim ama haksız tutukluluğun ıstırabını bilirim.

Hele Kavala’nınki sekiz yılı aşıyor ve kesinleşmiş ağırlaştırılmış müebbet cezası!

Tahammül etmek hiç kolay değil.

Ama o hücresinde ye’se düşmüyor. Rashid Khalidi’nin Filistin, Yüzyıllık Savaş, Yerleşimci Kolonyalizmin ve Direnişin Tarihi 1917-2017 adlı değerli kitabının tercümesine önayak oluyor, redaksiyonunu yapıyor.

Belli ki, entelektüel kişiliği ve başta adalet ve hürriyet olmak üzere inandığı değerler onu hücresinde canlı ve aynı değerler istikametinde faal tutuyor.

Elbet bir gün adalet gerçekleşecek, AİHM kararı uygulanacak. Uzun yıllarını dört duvar arasında geçirse de zinde bir Osman Kavala göreceğiz. Hiç şüphem yok.

 


Thomas de Waal

Akademisyen

“BAŞLATILMASINA KATKI SAĞLADIĞI BU SÜREÇLERİN TAMAMLANMASINA DA KEŞKE ÖZGÜRCE DESTEK VEREBİLSEYDİ!”

Osman Kavala’nın özgürlüğünden mahrum bırakılışının sekiz yılını doldurması ve kendisinin halen Silivri’deki cezaevinde bir hücrede olması yürek burkuyor. Bu sekiz yıl, sadece Osman Bey’in ailesi ve dostlarıyla geçirmesi gereken yıllar değildi; aynı zamanda Türkiye’nin kamusal hayatının da onun aklından, yaratıcılığından ve barışa katkı kapasitesinden yararlanabileceği, zenginleşeceği yıllardı.

AİHM’den yerel mahkemelere kadar, Türkiye’deki yetkililer de dahil, kimsenin Osman Kavala’nın cezaevinde olmasının arkasındaki suçlamaların tamamen temelsiz olduğuna dair şüphesi yok. Kavala “iktidarda olana hakikati söyleme” sebebiyle cezaevinde ve iktidar bunun bedelini ödetiyor.

Bugün Türkiye büyük bir belirsizlik döneminden geçse de, kırılgan da olsa bir umut yeniden filizleniyor. Bu umut, PKK ile ateşkes sürecinden ve Azerbaycan ile Ermenistan arasında kaydedilen ilerlemenin, Türkiye’nin Ermenistan ile ilişkilerinin normalleşmesine ve sınırların açılmasına örnek teşkil edebileceği ihtimalinden besleniyor. Gerek Kürt meselesinde gerek Ermeni meselesinde bu köprüleri ilk kurmaya çalışan, yeni ilişkilerin önünü ilk açan isimlerden biri Osman Kavala idi. Başlatılmasına katkı sağladığı bu süreçlerin tamamlanmasına da keşke özgürce destek verebilseydi!

İktidardakilerin çoğu, unutalım ve “yola devam edelim” ister. Şükür ki Osman unutulmadı.  Bir gün elbet özgürlüğüne kavuşacağı o an geldiğinde, sadece Türkiye’de değil, dünyanın dört bir yanında dostları ve hayranları tarafından büyük bir sevinçle karşılanacak.

 


Yetvart Danzikyan

Gazeteci

“SEKİZ YILDIR, ZİNDANDA TEK BAŞINA HUKUKSUZLUĞA BİLGELİKLE, ONURLA VE ÇALIŞARAK, ÜRETEREK DİRENİYOR”

Bilgelikle, onurla, zindanda sekiz yıl

Sevgili dostum Osman Kavala, sadece iktidarın canı öyle istediği için tam sekiz yıldır zindanda, tek başına. Evet, eşi, avukatları, görüşmecileri düzenli olarak onu ziyaret ediyorlar ama sonuçta sekiz yıldır zindanda. Hapiste ya da cezaevinde dememeyi tercih ediyorum, bu kelimeler onun yaşadığı koşulları tarif etmiyor. Zindandadır Osman Kavala ve tek başınadır.

Tek başınalık kısmı şu açıdan da önemli. Yargısıyla, polisiyle, istihbaratıyla, ordusuyla, hükümetiyle, hükümete bağlı medyasıyla koskoca bir yapının, sistemin karşısında tek başınadır. Ama bu onun seçimi değildi. Dolayısıyla cümleyi şöyle kurmak daha doğru: Koskoca bir devlet ya da hükümet, sekiz yıldır tek başına bir insana zulmetmekle meşgul. Osman’ın arkasında bir parti yok, bir örgüt yok, bir “güç” yok.  Dostlarından, demokrasi mücadelesi verenlerden, eşinden başka hiç kimsesi olmayan bir insan. 

Bu koskoca devlet, ya da hükümet, ya da tam ismini koyalım, Türkiye usulü siyasal İslamcılık-Türkçülük koalisyonu, bu “tek başına” insanla neden uğraşır? Osman Kavala nasıl bir tehlike yaratabilir? AİHM kararlarını hiçe sayacak kadar onu bu yapıya düşman eden şey nedir?

Hiç. Diyalog yanlısı olması, nerede çözülmesi gereken bir sorun varsa o sorunu kültürel yollarla, sanatla, temasla, konuşarak, birlikte bir şeyler üreterek çözmeye çalışması, doğru bildiğini yapması ve son olarak –resmen suçlandığı şey– Gezi direnişine sandalye göndermesi. Bunlar belki de Osman’ı düşman etti, tarif etmeye çalıştığım yapıya.

Sekiz yıldır, zindanda tek başına bu hukuksuzluğa bilgelikle, onurla ve yine hep çalışarak, üreterek direnmeye çalışıyor Osman Kavala. Ona o kadar çok şey borçluyuz ki. Ve onu hiç yalnız bırakmayan dostlarına, eşine. Biliyoruz elbette. Bugünler de bitecek. Ve kucaklaşacağız Osman’la.