Türkiye’de Hapsedilen İyi Bir İnsan

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, gerçek ve algısal düşmanlarına yönelik sürekli genişleyen baskısı oldukça tuhaf seviyelere ulaştı. Türkiye’nin önde gelen iş insanlarından ve sivil toplum aktivistlerinden olan Osman Kavala 19 Ekim’de İstanbul havalimanında göz altına alındı. Çarşamba günü (1 Kasım) mahkeme kendisini “hükümeti devirmeye ve anayasal düzeni bozmaya teşebbüs” suçlamalarıyla tutukladı.

Osman Kavala, ülkenin çok sayıdaki sorununu iyileştirmek için hiç bıkmadan yürüttüğü çalışmalarıyla Türkiye’de, Avrupa’da ve Orta Doğu’nun belirli bölgelerinde, gayet iyi tanınan, ince uzun boyu, kıvırcık saçlarıyla karizmatik bir kişi.

Osman Kavala, halen 350.000 Suriyeli mülteciyi barındıran Gaziantep’ten dönüyordu. Mültecilerin şehir ahalisiyle entegrasyonuna katkı sunmayı hedefleyen bir kültür
merkezinin hazırlıklarıyla ilgili olarak şehirde bulunuyordu.

Henüz herhangi bir suç hukuki olarak isnat edilmemişken, Cumhurbaşkanı Erdoğan Kavala’yı, ismini zikretmeden hedef almakta ve “Türkiye’nin Soros'u" olarak tanımlamakta gecikmedi. Bu adlandırma Erdoğan’ın taraftarları arasında popüler olan, Türk değerlerini ve ulusal bağımsızlığı yıkmaya yönelik entrikalarla George Soros’u bağlantılandıran komplo teorileriyle uyum içinde. Erdoğan ayrıca “bazıları ‘iyi bir vatandaş, medya mensubu, STK temsilcisi’ gibi bazı methiyelerle gerçeği çarpıtmaya çalışıyor” dedi.

Cumhurbaşkanı Kavala’yı, Fethullah Gülen’le bağlantılı olduğu şüphesiyle 4 Ekim’de gözaltına alınan ABD Konsolosluğu çalışanı Metin Topuz’un soruşturmasıyla da ilişkilendirdi. Erdoğan -haklı olarak- Gülen’i ve taraftarlarının oluşturduğu şebekeyi Temmuz 2016’daki darbe girişiminin sorumlusu olarak görüyor.

Erdoğan yanlısı haber medyası ise Osman Kavala’yı şeytanlaştırmak üzere, koordineli görünen bir kampanya başlattı. Fethullahçılarla işbirliği yapmakla suçlanmanın yanı sıra, Kavala’ya Amerika ve Avrupa’nın çıkarlarına hizmet eden bir ajan olmak, 2013 yılındaki Gezi protestolarını organize etmek, tanınan bir mafya lideriyle bağlantılı olmak, Kürt aktivistlere yardım etmek gibi başka suçlar da atfediliyor.

Osman Kavala’ya yöneltilen suçlamalar çok saçma. Kendisinin tek suçu, Türkler, Kürtler ve Ermeniler arasındaki tarihsel yarılmaları onarmak ve Türkiye’yi komşuları Avrupa, İran ve Ermenistan’a yakınlaştırmak üzere kültürel ve sivil toplum inisiyatifleri geliştirmek.

İlk gençlik yıllarımızda Osman Kavala ve ben okul arkadaşıydık. Okulda toplumsal meselelere olan ilgisiyle diğerlerinden önde gider ve her şeyin daha iyiye doğru gidebileceği hakkında etrafına bulaşıcı bir coşku yayardı.

O yıllardan başka bir arkadaşım da Sevan Nişanyan idi; şimdiki ve önceki Türk hükümetlerini kıyasıya eleştirmiş bu haylaz dilbilimci ve yazar da Ocak 2014’te hapse atıldı. Tarihi bir kasabada yaptırdığı binalarla imar yasasını çiğnemekten ceza almıştı. Ancak rejimi esas kızdıranın, Türkiye’nin kurucu ideolojilerine - Kemalizm’den İslam’a – yönelttiği sert yorumlar olduğu konusunda kimsenin şüphesi yok.

Cezaevinden bir günlük iznini kullanan Nişanyan 14 Temmuz’da Yunanistan’a kaçmayı başardı. Twitter’da profiline uçan bir kuş resmi koyan Nişanyan şu tweet’i attı: “Kuş uçtu. Darısı geride kalan 80 milyonun başına.”

Erdoğan’ın sert yönetimi altında Türkiye işte buna dönüştü. Ülkenin yaratıcı ve yenilikçi zihinleri, sadece bağlılığı ödüllendiren, bağımsızlığı tolere edemeyen bir rejimin devamlı tehditi altında. Erdoğan’ın açık hedefinde Gülen’in destekçileri var. Çoğunun yasal hakları gerektiği gibi korunmadan, onbinlercesi işlerinden atıldı ya da Gülen bağlantıları şüphesiyle tutuklandı. Ama Kavala örneğinde olduğu gibi Erdoğan’ın gazabı herhangi bir sınır tanımıyor.

Cumhurbaşkanı’nın baskısının absürtlüğü ve sertliği, solcu araştırmacı gazeteci Ahmet Şık örneğinde çok belirgin biçimde görülüyor. Ahmet Şık 2011 yılında Gülen hareketini ifşa ettiği kitabıyla tanındı. O zaman Erdoğan, seküler ordu mensupları, gazeteciler, akademisyenler ve siyasetçiler aleyhinde çeşitli kanıtlar imal eden Fethullahçı polis teşkilatı ve savcılıkla aynı saftaydı.

Kayınpederim emekli Orgeneral Çetin Doğan kurbanlardan biriydi. Ergenekon ve Balyoz davalarında yargılanan yüzlerce kişi gibi, Erdoğan’a darbe planlamak suçlamasıyla dört yıl hapis yattı. Eşimle birlikte mahkeme dökümanlarını inceledik ve Gülen örgütünün bu davalarda kullandığı kanıtların uydurma olduğunu gösterebildik.

Ahmet Şık 2011’de çıkardığı kitabında Fethullahçıların kendilerini bürokrasi içinde nasıl konumlandırdığını ve muhaliflerine karşı çevirdikleri çeşitli kirli oyunu anlatıyordu. Hemen tutuklandı ve bir yıl hapis yattı. Serbest bırakılmasının ardındansa, Erdoğan’ın suç oratklığı, yolsuzluk ve artan otoriterleşme hakkında sözünü sakınmadı. Geçtiğimiz Aralık ayında, darbe girişiminden beş ay sonra, Ahmet Şık tekrar hapse girdi; bu sefer Gülen hareketi lehinde propaganda yaymak suçlamasıyla.

Erdoğan, muhalifleri – seküler kesimin yanı sıra Aleviler ve Kürtler - tarafından ağır biçimde eleştirilirken, ülkenin muhafazakar Sünni iç bölgeleri tarafından
kahramanlaştırıldı.

Nisan ayındaki, başkanlık yetkilerini arttıran anayasa referandumunu Erdoğan çok az bir farkla kazandı. Bu şekilde çok az farkla elde edilmiş zafer ülke adına büyük bir farkla kazanmaktan daha kötü sonuçlar doğurmuş olabilir. Cumhurbaşkanı, iktidarı ancak baskı kurarak elinde tutabileceği sonucunu çıkarmış gibi görünüyor.

Erdoğan’ın stratejisi Türkiye’yı kutuplaştırmak böylece nüfusun yarısının desteğini arkasına almak. Ülkeyi bir takım algısal yabancı düşmanlara karşı teyakkuzda tutmak ve milliyetçi-dini hisleri alevlendirmek tabanını mobilize etmeye yarıyor. Bu aynı zamanda çoğu milliyetçi damardan beslenen ana muhalefet partilerini de nötralize ediyor. Bu partilerin de Avrupa veya ABD’ye karşı daha fazla sempati gösterme ihtimali olmadığı gibi, Kürt isyancılarla savaşta güvenilir müttefik pozisyonundalar.

Osman Kavala gibi biri, tam da Erdoğan rejiminin silmeye çalıştığı her şeyi temsil ettiği için hedef haline gelir: gelişen, bağımsız bir sivil toplum, entelektüel çeşitliliğe tolerans, Kürtler ve diğer azınlıklar için kültürel haklar, ülke dışındaki sivil ağlarla iş birliği.

Geçen hafta, aralarında Uluslararası Af Örgütü’nün direktörü de bulunan bir grup insan hakları aktivisti, “silahlı terörist örgütlere yardım sağlamak” suçlamasıyla birkaç ay tutuklu kaldıktan sonra serbest bırakıldı. Arkadaşımın da en kısa zamanda serbest kalmasını diliyorum. Ancak Türkiye’nin düşünürleri, gazetecileri ve aktivistleri için bir hapishane haline geldiği gerçeği yakın vadede değişecek gibi görünmüyor.

Dani Rodrik (Uluslararası politik ekonomi profesörü, Harvard’s Kennedy School of Government)

3 Kasım 2017