*David Gardner'ın 26 Haziran 2019 tarihinde Financial Times'ta yayınlanan "Turkish democracy will struggle to survive one-man rule" başlıklı yazısının çevirisidir.

Kaynak: https://www.ft.com/content/f7be14e6-981b-11e9-9573-ee5cbb98ed36


Türkiye demokrasisi tek adam iktidarına karşı varlığını sürdürmek için mücadele verecek

Sivil toplum aktivistlerinin yargılanması, cumhurbaşkanının, kırılganlığını açığa çıkaranlardan intikamı olarak görünüyor

David Gardner, 26 Haziran 2019

Türkiye bu hafta -trajik bir geri adım da olabilecek- büyük bir ileri adım attı.

Pazar günü gerçekleşen İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçiminin tekrarında Recep Tayyip Erdoğan’ın partisine karşı kazanılan kesin zafer, şimdiye kadar yenilmez gözüken cumhurbaşkanının kapsayıcı bir muhalefet tarafından yenilebileceğini gösterdi.

Ancak bu hafta yüksek güvenlikli bir hapishanede gerçekleşen, 2013 yılı ortasında ülkeyi saran eylemler sırasında hükümeti devirmeye yönelik bir kalkışma organize etmekle suçlanan 16 sivil toplum aktivistine karşı açılan dava, demokrasinin -ne kadar inatçı olursa olsun- tek adam iktidarına tabi olan yargı düzenine karşı mücadele etmesi gerekeceğini gösteriyor.

2016 yılının Temmuz ayında Erdoğan hükümetine yönelik şiddetli darbe girişiminden bu yana, söz konusu yargı mekanizması yalnızca ABD’de ikamet eden ve bir zamanlar Erdoğan’ın müttefiki olan Fetullah Gülen’in destekçileri gibi sözüm ona failleri değil, liberal, solcu ve Kürt muhalifleri de hedef alan bir makine haline geldi. Yaklaşık 77.000 kişi demir parmaklıklar ardında; hâkimler, akademisyenler, öğretmenler, gazeteciler, askerler, polisler ve diplomatlardan oluşan en az 150.000 kişi ise işlerinden edildi.

Müphem bir İslamcı hareket olan Gülen Hareketi 30 yıl zarfında emniyet, yargı, kamu sektörü ve ordu içinde görünmez güç kümeleri oluşturmuştu. Bu durum sahip oldukları iletişim ağlarını Erdoğan’ın 2002 yılında neo-İslamcı bir hareket olarak Ankara’da kurulan Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) için cazip kılıyordu. Gülenci kadroların yakın zamanda gerçekleşen orduya sirayeti ise AKP’nin yardımı olmadan gerçekleşemezdi. Her birinin Gülenci olması mümkün gözükmese de, darbeyi takip eden dönemde Türkiye’deki generallerin yarısı (149 general) parmaklıklar arkasındaydı.

Peki, bu durumun bu haftaki gösteri duruşma ile ne bağlantısı var? Davadaki sanıklar, filantropistlerden öğretmenlere, akademisyenlerden hukukçulara, mimarlardan şehir plancılarına, yazarlardan oyunculara Türkiye’nin bağımsız aydın kesiminden bir grubu içeren bir sivil aktivizm kesiti oluşturuyor. Yani Erdoğan destekçilerinin neo-İslamcı sağ popülizminin hoşlanmadığı her şey.

Davanın yıldız sanığı Ekim 2017’deki gözaltına alınışından bu yana tutuklu bulunan Osman Kavala. Kavala hayatını mültecilerin yanı sıra özellikle Kürtler ve Ermeniler gibi tarihsel olarak yaralı azınlıklarla kültürel köprüler kurmaya adamış bir figür. Şu an, Erdoğan’ın on yılı aşkın süren iktidarı boyunca karşılaştığı ilk meydan okuma olan Haziran 2013’teki sivil ayaklanmanın üst aklı olmakla suçlanıyor.

Söz konusu ayaklanma, hükümetin İstanbul’un merkezinde küçük bir vaha olan Gezi Parkı’nın betonlaştırılması planlarına karşı mütevazı protestoları çevik kuvvet birliklerinin orantısız şiddetle bastırmaya kalkmasıyla başladı. Bu durum, parkın bitişiğinde yer alan Taksim Meydanı'nda yoğun ancak büyük ölçüde barışçıl toplanmaların ve nihayetinde 80 şehirde 3 milyon insanın katıldığı gösterilerin gerçekleşmesine neden oldu.

Savcılığın iddiasına göre Kavala ve suç ortaklarının arkasında sağ popülizmin uluslararası öcüsü Macaristanlı filantropist George Soros yer alıyor. Kavala, Türkiye’de gene aynı davada bir diğer sanık olan ve daha önce ABD’de Yale Üniversitesi ve Brookings Enstitüsü’nde görev alan liberal akademisyenlerden Hakan Altınay tarafından kurulan Soros’un Açık Toplum Vakfı’nın yönetim kurulunda yer alıyordu. Altınay’dan görevi devralan Gökçe Tüylüoğlu da sanıklar arasında yer alıyor; sanıklar arasında yer almayan George Soros’un adı ise iddianamede 104 kez geçiyor.

Kavala’nın 2017 yılında tutuklanmasının ardından Erdoğan kendisi hakkında “Gezi olaylarında teröristlerin finans kaynağı olan bir kişi” ve “onun arkasında meşhur Macar Yahudi’si Soros var. Bu adam dünyada milletleri bölmekle adeta birilerini görevlendiren parası bol birisi” açıklamalarında bulunmuştu.

Cumhurbaşkanı tarafından önceden ilan edilen bu suçlu kararına uygun somut suçlamalar bulmak savcıların bir yıldan fazla zamanını aldı. Bu esnada cumhurbaşkanına yakın medya organları “Kızıl Soros” diye hitap ettikleri Kavala’ya karşı kampanya yürüttü.

Şu an Soros’un Gezi Parkı komplosunu alevlendirmek için Açık Toplum üzerinden Kavala’ya fon aktardığı iddia ediliyor. Ne Açık Toplum Vakfı’nın denetlenen muhasebe kayıtlarında ne de iddianamede buna dair bir kanıt bulunuyor. Dağıtmakta olduğu bir servetin mirasçısı olan Kavala’nın neden böyle bir fona ihtiyaç duyduğu ise bu kopyala-yapıştır yöntemiyle oluşturulmuş suçlamalar dosyasını iyice değersizleştiren cevaplanmamış sorulardan sadece bir tanesi.

Sunulan “kanıt”lardan bir tanesi Kavala’nın telefonunda fotoğrafı bulunan Türkiye’deki arı cinslerini gösteren bir arıcılık haritası. İddiaya göre Türkiye’nin sınırlarını yeniden çizme kumpası. Suçlamalar bu denli ciddi olmasaydı bu gülünç uydurma, büyülü gerçeklik ödülü kazanabilirdi. Fakat her bir sanık ağırlaştırılmış müebbet ile yargılanıyor.

Bazılarına göre bu dava, Erdoğan’ın kendi kırılganlığını ortaya çıkaranlardan bir intikamı. Hem Kavala’yı hem Erdoğan’ı şahsen tanıyan biri “Erdoğan Kavala’dan hararetle nefret ediyor” diyor. “Bu yüzden savcı bu sözde girişimin ardında ‘Soros şebekesi’ diye bir örgüt uydurmak durumunda kaldı”.

Ancak bu aynı zamanda tarihi yeniden yazma çabası. Kavala, Altınay ve Cumhuriyet Gazetesi’nin eski editörü Can Dündar gibi şu an aynı gemide yer alanlar AKP’nin Gülencilerle Faust-vari birlikteliğinin tehlikelerine dikkat çeken ilk isimler arasında yer alıyor. Ödülleri ise hükümetin Gülencileri suçladığı 2016 darbesinin kendilerini de dâhil edecek biçimde 2013 tarihine geriletilmesi.