Osman Kavala'nın yargılandığı davanın 28 Ocak 2020 tarihinde gerçekleşen 5. duruşmasında Mahkeme'ye yönelttiği tahliye beyanının tam metni

Sayın Başkan, Sayın Heyet Üyeleri,

AİHM’nin kararında ve AYM Başkanı ve dört üyesinin karşı oy yazılarında açıkça ve gerekçeleriyle birlikte belirttiği gibi bu dosyada, iddianamede, suçlamalara dayanak olabilecek, makul şüphe doğuracak hiçbir bilgi, bulgu yoktur. Dolayısıyla benim hükümete karşı bir ayaklanma planladığım, yönettiğim ve finanse ettiğime dair tek bir delil dahi yoktur. Aksine, iddianamede anlatılan faaliyetlerin tümü Anayasamız tarafından güvenceye alınmış faaliyetlerdir, iddianamedeki konuşmalar da suçlamaların temelsiz ve mantıksız olduğunu gösteren mahiyettedir. Yargılananların gizli bir planı gerçekleştirmeye çalıştığına dair hiçbir işaret mevcut değildir. Yargılananların aralarında örgüt ilişkisi olduğuna dair de hiçbir işaret mevcut değildir. İddianamede yer alan konuşmalarda gizlilik içeren, gizleme kaygısının ifade edildiği hiçbir unsur yoktur. Bu nedenle beni suçla ilişkilendirebilecek, gizli, gizlenmiş bir bilginin mevcut olduğunu düşünmek hukuki akıl yürütme değil, olsa olsa bir vehimdir.

AİHM kararında ve AYM hakimlerinin karşı oy yazılarında belirtildiği gibi, delil olmaksızın kişinin özgürlüğünden mahrum edilmesi ciddi bir hak ihlalidir. İlk tutuklama kararından sonra, hiçbir yeni bulgu ortaya çıkarılmadan tutuklama kararının yenilenmesi ve uzatılması ihlalin ağırlığını ve Mahkeme’nin bu ihlaldeki sorumluluğunu arttırmaktadır.

Benim durumumda olağan dışı olan uygulama, AİHM’nin derhal serbest bırakılmamı talep eden ve hak ihlallerini ayrıntılı biçimde tanımlayan kararından sonra dahi, kararın kesinleşmediği gerekçesiyle hak ihlalinde ısrar edilmesidir. Halbuki, AİHM kararı tüm dava dosyasının etraflıca incelenmesi ve dosyadaki bilgilerin değerlendirilmesi sonucunda varılan kesin hukuki tespitleri ve önceki AİHM içtihatlarıyla uyumluluk gösteren karar gerekçelerini içermektedir. Tutuklama kararının hak ihlali olduğu hükmünün oybirliği ile alınmış olması da kararın ve gerekçelerinin hukuki sağlamlığının göstergesidir. AİHM, ülkemizin taraf olduğu AİHS’ni yorumlama yetkisine sahip nihai merci olduğu için bu karar tutuklama uygulamasının Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi norm ve içtihatlarına göre yapılmış değerlendirmesini teşkil etmektedir. Bu kararla birlikte AYM’nin aynı konuda almış olduğu kararın artık geçersiz hale gelmiş olması, bu nedenle de Mahkemenizin son tutuklama gerekçesinde AYM kararından söz edilmemesi, AİHM kararının ağırlığının somut göstergesidir. Durum böyleyken Mahkemenizin AİHM kararındaki açık ve kesin hukuki tespitleri göz ardı etmesi anlaşılır değildir. Bu davranış Mahkeme’nin sadece AİHM kararına değil, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Anayasamızda yazılı olan, kişinin özgürlüğünden keyfi olarak mahrum bırakılmayacağına dair emredici hükümlere de duyarsızlık gösterdiği izlenimine neden olmaktadır. AİHM kararı geçerli bir karardır ve değişmediği müddetçe Mahkemeniz AİHS’nin maddelerini ihlal etmekte direnen bir merci olarak görünecektir.

Bu davranışın yargılananlara yargılama sürecinin AİHS normlarına göre yürütülüyor olduğuna dair güven vermesi mümkün değildir. AİHM kararına rağmen tutukluluğumda ısrar etme davranışının, davanın sonucunu etkilemesinden büyük endişe duyuyorum. Uzun tutukluluğun hukuka aykırılığını örtmeye hizmet ettiğini düşündüren bu davranış, mahkemenin adil karar verme serbestisini bozan bir fiili durum yaratmakta ve mahkemenizi ağır bir mahkumiyet kararı vermeye mecbur bırakmaktadır.

Hakkımdaki hukuksuz tutuklama uygulamasının hükme yönelik olumsuz etkilerini ortadan kaldırmak için tutukluluğuma derhal son verilmesi gerektiğine inanıyorum. Bu oturumda tutukluluğumun kaldırılması sadece 2 yıl 3 aydır süren hukuksuzluğa son vermiş olmayacak, davanın bundan sonraki seyrinin AİHS ve Anayasa normlarına ve AİHM içtihatlarına uygun biçimde yürütülmesi için de imkân sağlayacaktır.

Osman Kavala, 28 Ocak 2020